8 Kasım 2011 Salı

Bir Aya Yorgi Yolculuğu







Bir sonbahar mevsimi ve son ayındayız, zaman dini bayramlarımızdan kurban nedeniyle bir ara tatil fırsat sundu bizlere ama havanın güzelliğini kim sundu bilemiyorum ?



Bayramlar genelde paylaşımın ve çoşkunun doruk noktalarıdır insanlar için , bazende sürpriz yalnızlıkların tuhaf hüznünü de yaşarız …





İşte böyle yalnız bir günün sabahın da İstanbul güne olağanüstü bir güneşle merhaba diyordu . Bu güzel sabah aklıma yaz aylarında bir tutkuya dönüşmüş adalara gitme fikrini düşürüyor … Burgazada iyi fikir diyorum kendi kendime .




10:50 Kadıköy kalkışlı Adalar vapuru yazı aylarını aratmayacak derecede kalabalık ve ben Prenses Adalarına doğru hareket eden geminin güvertesinde çay simitle kahvaltımı yaparken henüz hangi adayı durak yapacağıma karar vermiş değilim.



Kınalıyı oldum olası tutmadım , Burgaz beni çağırdı ama nedense bu defa başka bir sefer dostum diyerek es geçiyorum , gitmediğim bir yer görme isteği düştü içime , bu duyguyla Heybeli iskelesinde de kulağımda Edie Weder konserinin çoşkusu vardı. Zaten yazın da bulunmuş ve adayı kısada olsa gezme şansını bulmuştum …



Sabah evden çıkmadan Heybeli ve Büyükada için bazı bilgileri araştırmıştım , Büyükada’nın adının başındaki sıfat adalar duygumla bağdaşmıyordu , hele ki yazın sıcak günlerindeki çılgın hafta sonu kalabalılarını da düşününce hep kaçmışımdır Büyükada’dan.



Ancak bu defa beni görmediğim biryer oraya çekiyordu . Kış günlerinin kısalığı uzunb ir gün vaat etmiyordu bana, ama güneş bana gülümsüyordu , denizin maviliği içimde hep gizlenen özgür ruhun var olan rengiydi , martıların kanat çırpışı ve dans eden uçuşları her şeye rağmen yalnız bir kartal ruhu taşıyan bedenime huzur vaat ediyordu .



Büyükada’da inmeye karar verdim .



Doğada yürüyüşten büyük keyif alan benim için şartlar bulunmazdı ve Büyükada’nın zor noktası Aya Yorgi’ye fayton kullanmadan yürüyerek gitmeye karar vermem fazla zor olmadı . Ada iskelesi çarşısından kendime bir şişe şarap ve birde kısa bir Aya Yorgi tarifi aldım ve yola düştüm . Adayı bir saate yakın diklemesine neredeyse doğunda batıya geçecektim .



1751 yılında yapılmış olan Ortodoks kilisesi Adanın birçok sayıdaki kiliselerinin içinde beklide en çok ziyaretçi çeken yeriydi . Bu arada adayı araştırırken dikkatimi ada da çok fazla kilise olduğu çekti. 7 ya da 8 kilise , 1 sinegog ve sanırım 4 cami . Ülkemde gezerken camileri sayıp okulları düşünen benim için bu kilise sayısı da düşündürücü geldi . Sonuçta insanların eğitim mi din mi olgusunda cevap aslında zor değil hep çok kolay olmuş ve olmaya da devam edecek sanırım …



Kilise hakkında kısaca şu satırları alıntılamak isterim: Patrikhane kayıtlarına göre inşa tarihi 1751’dir. Bu tarihte yapılmış olan küçük kilise, şapel ve dua yeri eski kilise diye bilinir ve iki katlı, kiremit örtülü küçük bir yapıdır. Tepede çan kulesinin hemen arkasındaki kesme taştan yapılmış olan kilise ise yeni Aya Yorgi Kilisesidir ve 1905 de inşa edilmiş, 1909 yılında açılışı yapılmıştır.



Yolculuğumu boyunca kalitesiz ve amatör kameramla bazı fotoğraf ve kamera çekimleri de yaparak yol almaya çalışıyordum , gördüğüm güzellikleri de paylaşmak amacındaydım .



Bir şişe kırmızı şarap , yarım simit , iki elma , bir küçük şişe suydu tek lojistik desteğim … Amacım tepenin dillere destan güzelliğinde ritüele uygun şarap içmekti doğrusu . Ama bu kadar keyifli olabileceğini tahmin etmemiştim …



Yaklaşık bir saat içinde ve ciddi bir efor ve terlemiş bir vücutla vardım Aya Yorgi’ ye . Adanın sakin sokakları tatil gününün etkisiyle kalabalıklaşmış ve hareketlenmişti , faytonlara koşulan atların tırıs giderken çıkardığı nal sesleri , faytonların Orhan Veli’nin dizelerini adalarda anımsatan hiç bitmeyen çıngırakları ve bisiklet kullanma kültürünü bilmesek de boş ada sokaklarında hepimizin bir usta olduğumuzu sandığımız bisikletçilerimizin kendileri ve faytoncularla yarışları ya da savaşları da yolumun ilginç kareleriydi …



Aya Yorgi’ ye yorgun ve terli bir şekilde ulaştım , kilisenin giriş bölümünde dilek mumlarından birini terimi kurutmayı dileyerek yaktım . Küçük kilise, içinde playback olarak çalındığını tahmin ettiğim kilise müziğinin yarattığı ambians ve görselliği ile etkileyiciydi …



Bir Müslüman kutsal gününde bir Hristiyan ibadethanesinde olmak ve bulunduğu konum ve durum itibarı ile içsel bir huzura dönüşmüş bu anı yaşamak aslında tariflenmesi zor olan bir şeyi de açıklıyor ; vaat edilen ve sunulan mıdır gerçek olan yoksa içimizde ona ihtiyaç duyma gereksinimi olan duyguları açığa çıkaramadığımız için bir dayatmanın sonuçlarımıdır bizi böyle yerlere taşıyan ?



Şu anda sonbaharın üzerinde son birkaç yaprağını bıraktığı tepedeki çınar ağacının gövdesine yaslanmış içime derin bir huzurun soluğunu çekerken bu satırları karalıyorum ...



Yüzüme vuran kasım günbatımı güneşi , altımdaki nemli çimenlerin serinliği , sırtımda yaslandığım çınarın bedenimi kucaklayan yaşam enerjisi , adanın sokaklarında ki huzur , karşımda terk edilmiş sanatoryumu bana bakan Heybeliada ve uzaklarda taa uzaklarda ki İstanbul …



Nefes alıp vermenin her anı her dakikasını şu anki içsel yalnızlığımda yaşarken , bu paylaşımı okuyup benimle beraber burada şu anda benimle olan tüm dostlarımı selamlıyorum …



Siz de gelin siz de yapın , siz de yaşayın.








Aylak Adam
8- 11- 11
15:15 Aya Yorgi Tepesi
Büyükada – İstanbul

1 Kasım 2011 Salı

Rock Müziğin Gücünü Gösterdiği An ! ( Van İçin Rock )




Uzun yıllardır rock dinleyen , dinlediği kadar , rock üzerine okuyan , çalınan , dinlenen , söylenen şarkıların aslında bir kültürü , bir yaşam şeklini , bir yaşamı anlattığına , yaşattığına inanan , güzel bir dünyaya umut olmak adına geleceğe umutla bakmayı , aynı zamanda yaşamın her anına duyarlı olmayı , hakısızlığa ses çıkarmayı , başkaldırmayı , söylenmeyeni söylemeyi , doğal asiliği yansıtan , muhalif olan , farklıklara duyarlı olan , ırk , dil , din , cinsiyet gibi ayrımcılıklara karşı çıkan bu kültürün bir parçası olmak bir inasan için doğuştan kazanılan bir tercih yada yön değildir olmamıştır olmayacaktır . Tekrar okunduğunda dahi sorumsuz bir insanı yoracak kadar ağır olan bu unsurları bir insan ancak bilinçli ve isteyerek tercih eder ve bunu bir yaşam şekli olarak benimser . İşte benim de gurur duyduğum bilinçli tercihim budur , yani kendi yaşam kültürüm ve bu kültürün tüm türevleri .... Ben bu içerikleri kendi yaşamımda ROCK kültürü ile çok içe bulan ve bütünleştiren bir çizgideyim .

Hayatımın kilometrelerine rock müzik ve kültürünün taşlarını döşerken beni en çok etkileyen şeylerden biri belkide en önemlisi bu kültürün ikonlarının , liderlerinin , önemli şahsiyetlerinin ve sonuçta onların şekillendirdiği bu haraketin hayata yaptığı önemli etkiydi . Başkaldırı , isyan , karşı çıkma ve daha iyi bir dünya isteme ve bütün bunları içinde barındıran masumiyet ... ( We want to world . We want it now! Dünyayı istiyoruz . Hemen Şimdi !)

Temellerini ve kölelerin Missisipi deltalarında yarattıkları “Blues”dan tutunda New Orleans’ da ki “Jazz”a oradan elektrikli müzik aletleri ve distoşınların hayatın içine girmesiyle yavaş yavaş şekil değiştirmesine , siyah ve beyaz Amerikalıların dans ettikleri Rock N Roll ‘a kadar ki süreç , dünyanın hızlı değişiminin yarattığı sosyal gerekçeler ve dünya hali bu kültürün doğuşuna katkı yapan spermlerdi ...

Woodstock , Beatles , Rolling Stone, 68 Baharı , 68 Tüm Dünya’daki öğrenci eylemleri , Vietnam Savaşı , Thuruma, Martin Luther , John Lennon’un söylemleri yaşamı ve ölümü , Chuck Berry’ nin 31 mart 58 ‘de Johhny B Good ‘u kaydetmesi . Pink Floyd’un , Led Zeppelin’in , Black Sabbath ‘ın , Deep Purple’ın doğuşları , yazdıkları ,çaldıkları , söyledikleri şarkılar eylemler . Jimi’nin , Janis’in Jim’in çok hızlı ve kısa hayatlarında yarattıkları olağandışı etkileri , yaşamları ve ölümleri ...

Müziğin evrensel dilinin ve dünyayı etkileyen olayların etkilerinin Türkiye’de hissedilmesi . 60’lı yılların sonları 70’ler , siyasi çalkantılar , öğrenci olayları , askeri ihtillaler, özgürleşme istekleri, çığlıkları , başkaldırılar , siyasi çatışmalar, isyanlar ... Erkin Koray , Cem Karaca , Barış Manço , Moğollar , Bunalımlar ve diğerleri ... Türkiye’nin en küçük kazasına kadar girmiş distorşınlı müzik grupları , Beyaz Kelebekler ve uçuşan notalar melodiler ve umutlar...

Tüm bu süreçte ROCK kültürü alternatif bir yaşam umudu ve hayalide sunuyordu inasanlara ... “Rock” ın isyanı başkadırısı ve söylemi yaşamın içinde kendini hissettiriyor, söylemini temsilcileri vasıtası ile kamuoyuna duyuruyor , kitleleriyle gövde gösterisine dönüşüyordu... ( Woodstock vb..)

Rock tarihini yeniden yazmaya gerek yok , heleki bunu benim yapmaya haddimde yok tüm bunları kişisel olarak , bu sadece müzik türü olmayan ve sınıflara ayrılmasınıda sevmediğim genel bütünlük içinde algıladığım için kültüre dair bazı hatırlatmalar yapmaktı ...

Çünkü içimde umut ışığı güçlü bir şekilde yandı !

Benim bildiğim , algıladığım ve istediğim hatta arzuladığım ROCK MUZİK ve temsilcileri yaşamın içinde şov dünyasının bir parçası olmak yerine şov dünyasına rağmen var olmayı başarabilen kahramanlardı ... ( Kurt Cobain , Jim Morrison , Janis Joplin , Kerim Çaplı , Yavuz Çetin ve .... )

Son yıllarda açıkçası tüm değerlerde olduğu gibi burada da ciddi erezyonlar yaşanmış , değerlerin altı ve içi oyulmuş ve boşlatılmıştı. Rock’un isyan ve başkaldırı ateşini sahne şovları dışında fazla gördüğümüzü söyleyemeyiz ... Yinede dünya da Bob Geldorf önderliğinde Live Aid’ler , U2’den Bono’nun çıkışları , Rock gruplarının münferit çıkışları ve söylemlerindeki temsilci eylemleri bize zaman zaman bu ruhun sönmeyen , sönmeyecek ateşini ve ışığı gösteriyordu ...

Bundan yıllar yıllar önce İstanbul’a ilk ayak bastığım yıllarda bir konser hatırlıyordum Türkiye’de ve İstanbul’da , şimdilerde isimlerinden yalnızca Bulutsuzuluk Özlemi ( ki ilk yıllarıydı kimse bilmezdi..) Akbaba ‘yı hatırladığım , Sultanahmet Meydanında yapılmış olan “Hasankeyf’i Kurtarma “ Konseriydi , Yine 90’ların b başlarında Taner Öngür liderliğinde olduğunu anımsadığım o dönemin birçok rock grubunun katıldığı Ankara’da bir parkta yapılan ve kalkıp trenlerle gittiğimiz “ Atom Santrallerine Karşı “ ( Bugünlerde büyüdüler Nüklüeer’lere dönüştüler maalesef) Rock Konserlerini anımsıyorum . Arada yapılan , çevre için , barış için gösteri ve etkinliklerde duyarlı rock gruplarının sahne alıp müzik yapmaları ve söylemlerine de şahitlik ettim ... En son ve beni ençok etkileyen bir cola markasının sponsorluğundaki rocka karşı ortaya çıkan , tamamen bir alternatif ve altkültür eylemi olarak düzenlenen , bir süre sonra içsel çatışmalara ve siyasi farkılıkların uyuşmazlığına kurban giden muhteşem BARIŞA ROCK organizasyonudur ... Tüm bunlar benim hafızamda yer etmiş , ticari ve çıkarsız 20 yıllık geçmişteki anımsadığım ROCKVARI en ciddi eylemlerdir yerli malı olmasının gururu ile ... ( Anımsayamdığım , duymadığım etkinlikler olabilri affola ...)

Ta ki .....

Evet taa ki Van Deprem’i için bir anda ortaya çıkan ver gerçekleşen VAN İÇİN ROCK etkinliğine kadar .... Gerçekten bu kültürün bir temsilcisi olarak , içini boşlatıldığı kaygısını hergeçen gün ağrılığıyla hissetmeye başladığım ve artık gittiğim tüm konserlerin sadece eğlence amaçlı olduğu durumlardı ki itiraf ediyorum gittiğim son 20 yıldaki üst düzey 50-60 arası dünya çapındaki grubun Türkiye konserlerinin tamamı bu amaçlıydı ...

Gittiğimiz konserlerde amaçlarımız genelde ilk kez göreceğimiz sevdiğimiz grubu yakından göremek, müziğini duymak , atmosferi yaşamak, kalabalık koronun bir barçası olarak şarkılara eşlik etmek ve tabiiki eğlenmekti. Eğlenmek kötü birşey değildi ve hepsindende çok keyif aldık , bir “Rock” konserinin ön hazılıkları buluşma safhaları , konser anları , toplandığımız arkadaşlarımız için bir büyük keyifti ve zaman zaman bir ritüele dönüşecek kadar unutulmazdı hatta ...

Ama Van Depremi için yapılan ve 30 Ekim günü gittiğim konser bunlardan farklıydı . Hem de Türkiye’de yeşermiş büyümüş , kök bulmuş rock kültürü temsilcilerinin biraraya geldiği aslında oldukçada kozmopolit içerikli ( Her anlamda ; hem gruplarıyla hem de katılımcıları ile bir önceki grupta metalci işaretleri ile kendinden geçen grup bir sonra farklı bir türde farklı bir şekilde dans ediyor ve şarkı söylüyordu , başartülü kızda , 14 yaşındaki öğrencide , 50’li yaşlardaki babalarda orada o amaç uğruna bir araya gelmiş ve adı ROCK olan ve VAN için olan bu çok önemli ve çok samimi organizasyona katılmışlardı ...) büyük bir olay gerçekleşiyordu . Gündemin ırkçılıkla yoğrulduğu , silah ve deprem’in yıkıcılığıyla ölümlerin yağmur gibi yağdığı bir dönemdi ... Herkes çok gergin ve üzgündü . Böyle bir zamanda ortaya çıkan bu büyük güç içlerindeki hüznü ve üzüntüyü şarkılarıyla ve ruhlarıyla bir çığlığa bir yardım seline dönüştürdüler . Bir hafta içinde bir araya gelen 40 grup ve yüzün üzerinde müzisyen ve gönüllü kişi ve kuruluşlar VAN İÇİN ROCK konserine imza attılar ve Van deperiminde yıkılmış bir okulun yeniden yapımına katkı amaçlı 14.000 bilet ile 280.000 TL ayrıca SMS ‘ler ile de 220.000 tl ye yakın yaklaşık 500 Bin Türk Lirası gelir elde etmeyi başardılar . Ayrıca 4 kamyon erzak vb toplanan yardımda bölgeye gönderildi ...

Açıkçası bir acının karşılığı ortaya çıkan ve adının içinde ROCK bu müthiş organizasyon bana içinde olmak orada bulunmak dışında başka türlüde bir gurur ve onurda verdi . Katılımcı her bir bireyde ayrıca bence bu onuru ve gururu haketti . Hepsine ayrı ayrı helal olsun demek , haykırmak geliyor içimden !

Hepsinden önemlisi bu rock müziği ve kültürünün onu hiç bilmeyenlere güzel bir tanıtımı , ona önyargılı yaklaşanlara da güzel bir tokatıydı ...

Tek dileğim adının VAN İÇİN ROCK olması olan o okuldan çok sağlam, bu kültürüde yaşatacak çocukların yetişmesidir . Rock’un bir gruba ait olmayıp tüm kitlelere ait olmasının bilinmesi ve özümsenmesidir.

Son sözüm şudur: Rock basit birşey değildir aksine ROCK çok önemli birşeydir !

Tüm VAN için ROCK kitlesine sonsuz teşekkürler ve tebrikler ...


Aylak Adam
1 Kasım 2011
İstanbul
Çok Yaşa ROCK N ROLL !
Sonsuza kadar...