Bir sonbahar mevsimi ve son ayındayız, zaman dini bayramlarımızdan kurban nedeniyle bir ara tatil fırsat sundu bizlere ama havanın güzelliğini kim sundu bilemiyorum ?
Bayramlar genelde paylaşımın ve çoşkunun doruk noktalarıdır insanlar için , bazende sürpriz yalnızlıkların tuhaf hüznünü de yaşarız …
İşte böyle yalnız bir günün sabahın da İstanbul güne olağanüstü bir güneşle merhaba diyordu . Bu güzel sabah aklıma yaz aylarında bir tutkuya dönüşmüş adalara gitme fikrini düşürüyor … Burgazada iyi fikir diyorum kendi kendime .
10:50 Kadıköy kalkışlı Adalar vapuru yazı aylarını aratmayacak derecede kalabalık ve ben Prenses Adalarına doğru hareket eden geminin güvertesinde çay simitle kahvaltımı yaparken henüz hangi adayı durak yapacağıma karar vermiş değilim.
Kınalıyı oldum olası tutmadım , Burgaz beni çağırdı ama nedense bu defa başka bir sefer dostum diyerek es geçiyorum , gitmediğim bir yer görme isteği düştü içime , bu duyguyla Heybeli iskelesinde de kulağımda Edie Weder konserinin çoşkusu vardı. Zaten yazın da bulunmuş ve adayı kısada olsa gezme şansını bulmuştum …
Sabah evden çıkmadan Heybeli ve Büyükada için bazı bilgileri araştırmıştım , Büyükada’nın adının başındaki sıfat adalar duygumla bağdaşmıyordu , hele ki yazın sıcak günlerindeki çılgın hafta sonu kalabalılarını da düşününce hep kaçmışımdır Büyükada’dan.
Ancak bu defa beni görmediğim biryer oraya çekiyordu . Kış günlerinin kısalığı uzunb ir gün vaat etmiyordu bana, ama güneş bana gülümsüyordu , denizin maviliği içimde hep gizlenen özgür ruhun var olan rengiydi , martıların kanat çırpışı ve dans eden uçuşları her şeye rağmen yalnız bir kartal ruhu taşıyan bedenime huzur vaat ediyordu .
Büyükada’da inmeye karar verdim .
Doğada yürüyüşten büyük keyif alan benim için şartlar bulunmazdı ve Büyükada’nın zor noktası Aya Yorgi’ye fayton kullanmadan yürüyerek gitmeye karar vermem fazla zor olmadı . Ada iskelesi çarşısından kendime bir şişe şarap ve birde kısa bir Aya Yorgi tarifi aldım ve yola düştüm . Adayı bir saate yakın diklemesine neredeyse doğunda batıya geçecektim .
1751 yılında yapılmış olan Ortodoks kilisesi Adanın birçok sayıdaki kiliselerinin içinde beklide en çok ziyaretçi çeken yeriydi . Bu arada adayı araştırırken dikkatimi ada da çok fazla kilise olduğu çekti. 7 ya da 8 kilise , 1 sinegog ve sanırım 4 cami . Ülkemde gezerken camileri sayıp okulları düşünen benim için bu kilise sayısı da düşündürücü geldi . Sonuçta insanların eğitim mi din mi olgusunda cevap aslında zor değil hep çok kolay olmuş ve olmaya da devam edecek sanırım …
Kilise hakkında kısaca şu satırları alıntılamak isterim: Patrikhane kayıtlarına göre inşa tarihi 1751’dir. Bu tarihte yapılmış olan küçük kilise, şapel ve dua yeri eski kilise diye bilinir ve iki katlı, kiremit örtülü küçük bir yapıdır. Tepede çan kulesinin hemen arkasındaki kesme taştan yapılmış olan kilise ise yeni Aya Yorgi Kilisesidir ve 1905 de inşa edilmiş, 1909 yılında açılışı yapılmıştır.
Yolculuğumu boyunca kalitesiz ve amatör kameramla bazı fotoğraf ve kamera çekimleri de yaparak yol almaya çalışıyordum , gördüğüm güzellikleri de paylaşmak amacındaydım .
Bir şişe kırmızı şarap , yarım simit , iki elma , bir küçük şişe suydu tek lojistik desteğim … Amacım tepenin dillere destan güzelliğinde ritüele uygun şarap içmekti doğrusu . Ama bu kadar keyifli olabileceğini tahmin etmemiştim …
Yaklaşık bir saat içinde ve ciddi bir efor ve terlemiş bir vücutla vardım Aya Yorgi’ ye . Adanın sakin sokakları tatil gününün etkisiyle kalabalıklaşmış ve hareketlenmişti , faytonlara koşulan atların tırıs giderken çıkardığı nal sesleri , faytonların Orhan Veli’nin dizelerini adalarda anımsatan hiç bitmeyen çıngırakları ve bisiklet kullanma kültürünü bilmesek de boş ada sokaklarında hepimizin bir usta olduğumuzu sandığımız bisikletçilerimizin kendileri ve faytoncularla yarışları ya da savaşları da yolumun ilginç kareleriydi …
Aya Yorgi’ ye yorgun ve terli bir şekilde ulaştım , kilisenin giriş bölümünde dilek mumlarından birini terimi kurutmayı dileyerek yaktım . Küçük kilise, içinde playback olarak çalındığını tahmin ettiğim kilise müziğinin yarattığı ambians ve görselliği ile etkileyiciydi …
Bir Müslüman kutsal gününde bir Hristiyan ibadethanesinde olmak ve bulunduğu konum ve durum itibarı ile içsel bir huzura dönüşmüş bu anı yaşamak aslında tariflenmesi zor olan bir şeyi de açıklıyor ; vaat edilen ve sunulan mıdır gerçek olan yoksa içimizde ona ihtiyaç duyma gereksinimi olan duyguları açığa çıkaramadığımız için bir dayatmanın sonuçlarımıdır bizi böyle yerlere taşıyan ?
Şu anda sonbaharın üzerinde son birkaç yaprağını bıraktığı tepedeki çınar ağacının gövdesine yaslanmış içime derin bir huzurun soluğunu çekerken bu satırları karalıyorum ...
Yüzüme vuran kasım günbatımı güneşi , altımdaki nemli çimenlerin serinliği , sırtımda yaslandığım çınarın bedenimi kucaklayan yaşam enerjisi , adanın sokaklarında ki huzur , karşımda terk edilmiş sanatoryumu bana bakan Heybeliada ve uzaklarda taa uzaklarda ki İstanbul …
Nefes alıp vermenin her anı her dakikasını şu anki içsel yalnızlığımda yaşarken , bu paylaşımı okuyup benimle beraber burada şu anda benimle olan tüm dostlarımı selamlıyorum …
Siz de gelin siz de yapın , siz de yaşayın.
Aylak Adam
8- 11- 11
15:15 Aya Yorgi Tepesi
Büyükada – İstanbul
8- 11- 11
15:15 Aya Yorgi Tepesi
Büyükada – İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder